Geçtiğimiz hafta duygusal zekanın (EQ), IQ’ya kıyasla çok daha az kalıtım yüklü olduğundan, dolayısı ile IQ’nun aksine duygusal zeka ve onunla sıkı sıkıya bağlantılı olan duygusal çevikliğin sonradan öğrenilebilir ve geliştirilebilir olduğundan bahsetmiştik. Bu hafta yine nörobilim araştırmaları üzerine bunun nasıl mümkün olabileceğine bakalım.
Duygusal çeviklik, basit bir anlatımla negatif duygu durumu ve bu durumun yol açtığı düşünce ve davranış biçimlerinden uzaklaşıp, daha yapıcı tepkiler verebilir hale gelmek anlamına geliyor. Yanlış örnekte bu durum, olumsuz koşullar karşısında olumsuz duygulara kapılmamaya çalışmak olarak okunabilirdi. Bu elbette kendimizi yenilgiye mahkum etmek olur zira bu duyguların oluşmasını engellemek mümkün değil. Kendi üstümüzde bu baskıyı yaratmak da negatif sonuçlar doğuruyor. Öte yandan, çevresel faktörlere verdiğimiz yanıtın, ortaya çıkan duygudan kaçınma ya da onu rasyonalize etme yönünde olması durumunda da bilişsel kaynaklarınızı sonuç alamayacağınız bir alana aktarmış oluyoruz. Bu konuda yapılmış araştırmalar, duyguları kabul etmenin (literatürde bu kavram “emotional acceptance” olarak yer alıyor) yani onları değiştirmeye, kontrol etmeye ya da onlardan kaçınmaya çalışmamanın; bunun yerine bu duyguları kabul ederek kişinin eylemlerini hedefleri ve kişisel değerleri doğrultusunda yönlendirmesinin iyi oluş hali açısından en olumlu sonuçları doğurduğunu gösteriyor (Konu ilginizi çekiyorsa University of London’ın ünlü profesörü Frank Bond’un çalışmalarına göz atmanızı tavsiye ederim.).
Özetle amaç, olumsuz duygular hissettiğimizde bu duyguları doğru tahlil edip, anlamlandırıp, yaşayarak ve kabul ederek en kısa sürede yüzeye çıkmak. Bunu dibe vuran bir ekonominin L grafiği ile dipte sürüklenmesi ya da V grafiği ile hızla toparlanma sürecine girmesi gibi düşünebilirsiniz. Duygusal çevikseniz, V grafiği izliyorsunuz. Bu beceriyi geliştirebilmek için izleyebileceğimiz yöntemlerden birkaçı ise şöyle:
1.ÖRÜNTÜ KEŞFETME
Duygusal çevikliği geliştirmek için ilk adım, düşünce ve duygularınız hakkında “düşünmek”. Tekrarlı ve ısrarlı bir şekilde aynı şeyi hissettiğiniz ya da düşündüğünüz zamanları aklınıza getirin. Daha önce ne zaman benzer şeyler hissetmiştiniz? Durumlar arasında bir benzerlik var mı? Bu farkındalık, gerçek kaynağın çevresel olmadığını, çevresel etmenler ne kadar farklı olursa olsun içinde bulunduğunuz psikolojik durumun sizin bazı düşünsel ve duygusal döngülerinizden, hayatı oluşturmuş olduğunuz belirli şablonların perspektifinden yorumluyor olmanızdan kaynaklanabileceğini gösterir.
2.KAVRAMSAL AYRIŞTIRMA
Aklınızdan geçenler duygu mu, düşünce mi, somut gerçekler mi? Araştırmalar gösteriyor ki biraz yavaşlayıp bu sınıflandırmayı yapmak gibi gayet basit bir farkındalık çalışması dahi beyinde kimyasal ve biyolojik bazı değişikliklere sebep oluyor ve iyi oluş durumunuza katkıda bulunuyor. Örneğin, “İçinde bulunduğumuz durumu düzeltmek için yeterince çaba sarf etmiyorum ve bu nedenle suçluluk hissediyorum.” ifadesini içinizde sürekli tekrar ediyorsunuz diyelim. Bu ifade, şu şekilde yeniden kurgulanabilir “Yeterince çaba sarf etmediğimi düşünüyorum ve bu düşünce de suçluluk hissini doğuruyor.” Burada düşünce ve duygularınız ile bu düşünce ve duyguları salt gerçeklik olarak kabul etme arasındaki ayrımın farkına varmış oluyorsunuz. Bunun dışında, bir diğer önemli tavsiye duygularınızı anlamak için daha net tanımlar koymak. Örneğin duygu durumunuzu “Kendimi kötü hissediyorum.” yerine “Mutsuz/hayal kırıklığına uğramış/öfkeli/bıkkın vs. hissediyorum.” şeklinde tanımlamak, bu duyguları anlamlandırma yolunda daha çok yardımcı olacaktır.
3.İFADE YOLUYLA ANLAM VERME
Davranış bilimlerinde farklı alanlarda ve konularda yapılan pek çok çalışma şu ortak bulguya işaret ediyor: kontrol etmeye ya da baskılamaya çalıştığımız duygu ve düşünceler misliyle geri döner. Aslında yukarıda bahsettiğimiz “Yeterince çaba sarf etmiyorum.” düşüncesi, bilgi kaynağı olarak kabul ettiğiniz kısa süreli bir düşünce. Bu düşüncenin size bir faydası olabilir de, olmayabilir de. Bu noktada önemli olan düşünceniz hakkında düşünmeniz, bunun bir düşünce olduğunu fark etmeniz ve gerçeği ne kadar yansıttığı hakkında makul bir değerlendirme yapmanız. Bu farkındalığı artırmak üzere tavsiye edilen birincil yöntem, düşünce ve duyguları kelimelerle ve özellikle de yazılı olarak ifade etmek. UCLA araştırmacılarının ortaya koyduğu bir araştırmaya göre, duyguları ve düşünceleri sınıflandırmak ve kelimelere dökmek, amigdala ve limbik sistemin (beynin ilkel sisteminin) diğer parçalarının negatif duygular karşısında verdikleri tepkileri azaltıyor. Ayrıca daha önce bahsettiğimiz, karar alma süreçlerinden sorumlu olan sağ ventrolateral ve medial prefrontal kortekste artan aktivasyona neden oluyor. Bu şu anlama geliyor: düşünce ve duyguları kelimelerle ifade etmek, sınıflandırmak ve anlamlandırmak amigdalanın vereceği duygusal tepkileri prefrontal korteks (rasyonel sistemimiz) aracılığıyla frenliyor.
4.DEĞER ODAKLI EYLEM
Duygu ve düşüncelerle ilgili farkındalık arttığında seçenekleriniz ve kişisel değerlerinize daha uygun bir tepki verme ihtimaliniz de artar. Bu aşamada tavsiye edilen yöntem “Bu tepki değerlerimle, kim olduğumla, varmak istediğim noktayla örtüşüyor mu?” sorusunu sormak. Bu soru, verilecek yanıtı değerleriniz ve amaçlarınız doğrultusunda şekillendirecek farkındalığa ulaşmanıza yardımcı olacaktır. Bu sayede duruma tepki değil, karşılık vermiş olursunuz.
Duygusal zeka ve çevikliği geliştirmek, pek çok öğrenilmişlik ve alışkanlığımızın tersine kürek çekmeyi gerektiren uzun ve zor bir süreç. Ancak artık daha net görüyoruz ki gelecek, hiç alışkın olmadığımız ve beynimizin tehdit olarak algılayacağı pek çok uyaranla giderek artan bir sıklıkla karşılaşmamıza neden olacak. Bu nedenle bu becerileri geliştirmek hem profesyonel hem de kişisel hayatımız ve iyi oluş durumumuz açısından son derece önemli.
Comments